Günce: Bize bunları kim öğretti Yakup?

Bu akşam üstü köye dönerken kötü bir kaza yaptım. Benzin sızıyordu motorla birlikte sürüklendiğim yere, yürümez herhalde diye düşündüm. Atilla’yı arayayım diye geçti ilkin aklımdan. Dizim ve parmaklarım acıyordu. Sakindim. Motoru kaldırıp yolun kenarına çektim. Sağını solunu kontrol ettim. Motosiklet pantolonum ve botlarım parçalanmıştı, dizim ve parmaklarım acıyordu. Bi’ sigara yaktım. Tehlikeli bir şey olabilir mi diye sormak için Fatih’i aradım, açmadı. Taşma tahliyesinden akıtmış meğer benzini. devamı...

Günce: Romantizm ve taharet musluğu

Taşındığımdan bu yana neredeyse 10 yıldır evimde taharet musluğu bozuk. Yani yok. Avrupalı hissettiğim için gurur duyuyor değilim ama ben ihtiyaç duymadım. İhtiyaç duyan olduysa da pek önemsemedim. Oradan bakınca pis, götü boklu, batı özentisi görünüyorsam, size zahmet bakmayıverin. Zaten konu bu değil. devamı...

Berkin'i beklerken

Gökçe ErbilGökçe Erbil

NOT: Bu yazıyı Berkin henüz hayattayken yazmıştım. Tekrar tekrar okuması çok zahmetli geldiği için ilk yazıldığı hali ile yayınlıyorum. Keşke uyansaydın be çocuk.

Liseye yatılıya gittiğim yıldan bu yana ne zaman annemi ziyarete gitsem biraz misafir olurum. Misafirlik resmiyetinden değil de artık bildiğimizden iki ayrı yaşam olduğumuzu. Herkes kendi yaşamına dönecek ayırabildiğimiz vakitler bittiğinde. Bu hep bir tarafı misafirlik olan ziyaretlerimde annemin çok şaşırdığım bir özelliğini farkettim. Özellik de değil belki özenini. devamı...

Love in the time of Corona

Gökçe ErbilGökçe Erbil

Dear passenger*,

Once you vanished behind the doors of the airport, all doors turned into walls. A second ago I could do everything, now everything I do, I say hit a wall and fall. A hugproof, kissproof, soundproof wall between us. How much pain is too much pain, I wonder. And how to describe too much pain? For many years I asked myself what is a language? Many think that it helps to understand each other. Very sceptical about that. Maybe it works for communication but understanding? While we discuss I barely understand some of the things you really care. If it’s been only talking I wouldn’t be able to understand you at all, even though we share the same mother tongue. I understand more from your eyes, hands. Communication vs understanding, talking vs telling. devamı...

Tutku ve merak

Engin Nurşani’yi tanımıyorum, müziğini de bilmem. Geçenlerde videodan videoya geçip vakit öldürürken şu kaydına rastladım. Tekrar tekrar izledim. Yaptıkları şeyi böyle tutku ile severek yapan insanları her zaman çok sevdim. İzledikten sonra en son ne zaman uykumu kaçıracak kadar tutku ile bir şeyleri yaptım, bir şeylerle ilgilendim diye düşünmeden edemedim. Merakım hiç eskimedi ama tutkumu 2014-2015 civarında bırakmışım. devamı...

Günce: Kuş ölmesin, sen uçmayı unutma

Bir hafta olmadı herhangi bir plan yapmadığım yolculuklarımdan birini daha yapıyorum. Bu sefer iki sevdiğim arkadaşımı görmek dışında yola çıkmak için özel bir sebebim yok. Plan yapmayı zamansızlığı ve mekansızlığı sevdiğimi farkettikçe bıraktım. İçimden geçtiği zamanda, yerde, içimden geçtiği kadar olmayı sevdikçe. Plan yapmamanın bozulunca canınızı sıkacak bir planınızın olmaması gibi iyi bir tarafı da var. Bugün araba bozuldu ve tabi “planlar” da, Antalya’da kaldım. devamı...

Tek tıkla

Beşiktaş’ın yukarılarından akşama bakıyorum
deniz gri
vapurlar turuncu
akşam sarışın
akşam neden sarışın bilmiyorum
semt senin
benim, kira da olsa evim yok buralarda devamı...

Birinci bakış: Kuş

 Fotoğraf Serkan Arıkuşu’nun hediyesidir.(Bağlantı vermeden ya da izinsiz kullanmayınız.

Babamla böyle güzel güldüğüm bir günüm olsun isterdim. Mesela babam bana bir kuş tutmuş. Tuttuğu kuşla bana özgürlüğü ve kuşların neden tutulmaması gerektiğini anlatmış. Bunları anlatırken biri bizim fotoğrafımızı çekmiş. Öyle olsun isterdim. Madenci fotoğraflarını da hep böyle çekiyorlar; siyah beyaz. Seçilen ifade biçimi anlatılmak istenene uyuyor. Fotoğrafın içinde bir piksel öteye gitsen, yoksun. Bu katılık, çekmek isteyenin çekmek istediği, görmek isteyenin görmek istediği gibi. Kuşun yerinde olmak istemezdim. Ama işte kuşun yerindeyim. El de babamın eli. Boğazımda. devamı...

Günce: Annem, Baudelaire ve gitmek

2005 yılının Aralık ayıydı. Erasmus bursuyla Danimarka’ya gidiyordum, Atatürk Havalimanı dış hatlar gidiş terminalindeydik. Asıl gitme nedenimse sadece gitmekti. Biraz kafamı serinletmek, ne bileyim madem bu kadar saçma sapan hayatlar yaşayacaktık bunun bir kısmının Danimarka’da yaşanmasında ne sakınca olabilirdi. Huyu değildir ama annem illa yolcu etmeye geldi. devamı...