Oldum olası ürkerim kolayına değişebilen insandan. “Değiştim” derken yüzünden bir gölge, gözlerinden bir burukluk geçmeyenlerden. Nelerini geride bırakmış diye merak ederim, yara izlerini ararım değişiminin. Çoğunlukla bulamam, göstersene diyesim gelir, kesilen yerlerini. Demem, ne gerek var.
Yaşamı hiç bitmeyen bir binanın inşaatı sanıyoruz. Durmadan değişen, değiştirdiğimiz. Durmadan bir yerlerini yıktığımız, bir yerlerini yaptığımız. Mutfağı salona katıyoruz, balkon yapıyoruz, asma kat çıkıyoruz. Kaçak kat çıkıyoruz bazen. Sonra yıkıyoruz o eklediklerimizi zabıta gibi ya da üstümüze yıkılıyor eklediklerimiz. Çöken istinat duvarları, acı şeyler, iş kazaları(aşk kazaları mı demeli?), kimi başka şeyler. Sanıyoruz diyorum çünkü bir tanrı gibi ellerimizle kendimize korunaklı, rahat bir hayat inşa ettiğimizi sanıyoruz. O binayı kendi üstümüze inşa ettiğimizi, yapının bir parçası olduğumuzu bilmiyoruz. Değişmek isteyince legoyla oynarcasına o parçayı oradan çıkar, bu parçayı buraya tak. Öyle kolay, öyle güzel değişmek. Öyle sanıyoruz. İnsanın yanılgılarının en büyüğü kendisi. Yani yarattığını sandığı en büyük süper kahraman(kendi yaşamının tanrısı).
Uzun zamandır yarısından fazlası yıkılmış bir binanın önünde oturuyorum. İçine girip oturması zor, zaman zaman da tehlikeli. Hayatımdan bahsediyorum. Şu kolumu çekip şuraya koyayım, ayağım uyuştu artık böyle uzatayım, eskisi gibi yaşamayayım derken paldır küldür kendi üstün(m)e çöken**, hayatım. Kaza diyelim ama kaza da değil. İnsan binayı kendi üstüne inşa ettiğini, kendini bir adım yana kaydırmaya çalışınca anlıyor. Büyük bir gürültü, toz bulutu ve yıkıntıyla gelen bir “aydınlanma”. Elinin ayağının ve belki başka yerlerinin ağır yaralandığı. İnşaat ustası değil de inşaatın kendisi olduğunu anladığı. Süper kahramanının ölümlü olduğunu öğrendiği. Yıllar yılı ördüğü, yükselttiği, sağlamlaştırdığı duvarların güvenli bir hapishaneden başka bir şey olmadığını anladığı. Kötüsü, zor olanın o yıkılma(yenilgi) hali mi yoksa yenisini yapmak mı olduğunu bilemediği. Elinin, ayağının, içinin iyileşmesini beklediği. Ne istemediğini çok iyi bildiği ama ne istediğini bilemediği, yola artık süper kahramanları olmadan devam edeceği. Kendine yabancılaştığı, koyduklarının artık eski yerinde olmadığı bir yalnızlık, tedirginlik. Kucağındaki ellerine ve uzağa uzun uzun baktığı. İşe yaramadığını gördüğü zırhlarını soyunup, eskimiş bir hırka gibi umudunu omuzlarına aldığı. Ürperdiği. Yüzünden bir gölgenin, gözlerinden bir burukluğun geçtiği.
İnsan yenilmeden, yıkılmadan değişebiliyor mu. Siz o “şanslı” insanlardan mısınız.
* Edip Cansever, Phoenix
** Yazının çoğu Gülüzar’la sohbetimizin kafamda çağrıştırdıkları oldu. Bu metafor da ondan bir alıntı.