Fırsatsızlığın ahlakı 05.02.2018

Yazının orjinali daha önce Mahmut’ta yayınlandı . Ev sahiplikleri için teşekkürler.

Eduardo Galeano’nun ölümünden önce tamamladığı ancak ölümünden sonra yayımlanan son kitabı Hikaye Avcısı’nda aktardığı bir hikaye*, zaman zaman üzerine düşündüğüm “fırsatsızlığın ahlakı” meselesini hatırlattı.

14 Nisan 1997’de Sports Illustrated dergisi** Doktor Bob Goldman’ın 1995 yılında olimpik sporlardaki performans artırıcı ilaçların kullanımı üzerine yapmış olduğu anketin sonuçlarını yayınlıyor. Anketteki ilk senaryo; “Size yasaklanmış olan bir performans ilacı: 1) Yakalanmanız mümkün değil 2) Kazanacaksınız garantileri altında verilse ilacı kullanır mıydınız?”

198 profesyonel olimpik atlet ve atlet adayının 195’i evet alırdım, 3’ü ise hayır almazdım şeklinde yanıtlamış. Bob Goldman 1982 yılından bu yana her iki yılda bir yaptığı anketin sonuçlarının benzer olduğunu da eklemiş.

Yıllar önce neredeyse her ikili ilişkinin en çok konuşulan aldatma-sadakat tartışmaları nedeniyle ilgimi çekmişti bu konu. Çektiğinden bu yana da yeri geldiğinde tanıdığım, tanımadığım bir çok insana “Hiçbir şekilde yakalanmayacağınızdan ve vicdan azabı duymayacağınızdan emin olsanız, çok ilginizi çeken ve sizinle birlikte olmak isteyen biriyle beraber olur muydunuz?***” sorusunu soruyorum. Açık açık evet diyenler de oldu, hali hazırda böyle yaptığını ve bunun aldatmadan sayılamayacağını söyleyenler de. Doktor Bob Goldman’ınınki kadar net rakamlarım olmasa da; çoğu kişinin aldatma-sadakat konusundaki ilk fikirlerinden kısmen de olsa farklı yorumlar yaptığını gözlemleyebildim. Bunda şaşıracak ne var, çok normal değil mi denebilir.

“- Hiç sevişmedik sadece duygusal bir şeyler yaşadık!

– Keşke sevişseydiniz, belki unutulup giderdi.”

Gözleri, mimikleri, bakışları, bakamayışları. Bu kısacık diyalog hayatım boyunca şahit olduğum en çarpıcı anlardan biri. An’dan bir adım geriye çekilip baktığımızdaysa olan biten fazlasıyla gerçek, belki bir çok insan için normal. Yani sevişilmemiş bile daha ne olsun? Sahi ne olsun? Bu meselelerin bir ölçü birimi, herkese uyan doğrusu yok. Yalnızca bazı soruları sorabilir, o sorulara yanıtlar arayabiliriz.

Ne zaman bir insan bir insanı aldatmış olur? Başka birisi ilk hoşuna gittiğinde mi? Hoşa gitmenin peşine düştüğünde mi? Karşılık bulduğunda mı? Bulamadığında sadık mı olmuş olur? Duygusal olarak bir şeyler paylaşıldığında mı? Aldatıp da yakalanınca mı? Yapamayıp da hiçbir şey olmamış gibi devam edince mi? Fiziksel (cinsel de denebilir) olarak bir şeyler paylaşıldığında mı? Ya kazara değen eller, “yanaktan” öpmeler, öpülmeler, günaydınlar, iyi akşamlar, görüşürüzler, heyecanlar, sevinçler, incinmeler?

Hoşa gitmek insana dair, dahil. Gerisi?

Tartışma ve gözlemleri hayatın içindeki farklı farklı konulara doğru genişlettikçe, insanoğlunun “çok sevdiği” ahlak kavramının etrafında ilginç sorular oluşuyor.

Acaba yapmadıklarımızın ne kadarını yapma fırsatımız olsa yaparız? Bizi biz yaptığını iddia ettiğimiz şeylere bunlar da dahil mi?

NOT: Goldman’ın anketindeki ikinci soru da hayli ilginç, başka bir yazının konusu.

* “Hilekar Ama Samimiler” Sayfa 144, Sel Yayınları, Hikaye Avcıları, Eduardo Galeano

** 14 Nisan 1997’de Sports Illustrated arşivi, hayli ilginç başka şeyler de var.

*** Beraber olmanın tanımı cinsel ilişkilerle sınırlı değil.