Yazının orjinali daha önce Mahmut’ta yayınlandı . Ev sahiplikleri için teşekkürler.
Hayatım boyunca ciddiye alınabilecek bir durumda doğrudan çirkin olduğumu söyleyen olmadı. Söyleyen olmamış olması benim çirkin olmadığımı ya da insanların nazik olduğunu ispatlamıyor. Kendimi bazen hoş bulduğum doğrudur ama daha çok; çirkin olmadığımı, normal olduğumu düşünürüm. Keyfim olmadığında ben de kendimi çirkin buluyorum. Bu hissiyata yakışıklı olmamam dışında kendime ve hayata bakışımdaki diğer arızalar da dahil.
Sanki herkesin çok iyi bildiği bir duyguyu anlatmaya çalışıyor gibi hissediyorum. Bilmeyeniniz var mı ki? Her gün en az bir kez aynaya bakıyor olduğumdan olabilir, bu çirkinlik meselesi uzun zamandır aklımda. Geçen hafta “dünyalar güzeli” olduğunu düşündüğüm bir kadının kendisini ne kadar çirkin bulduğunu öğrendiğim şaşkınlıkla da gündemime tekrar girmiş olabilir. Nedeninin bir önemi yok gibi.
Birkaç yıl önce bir kere daha onunla eş, dost ortamında denk geleceğimizi öğrendiğime sevinmiş ve nihayet artık konu’ya girmeye karar vermiştim. Mekana gitmeden önce eve uğrayıp akşamın çerçevesine abartı kaçmayacak kadar üstümü başımı değiştirip, hazırlandım. Emin misin diye soran bakışlarla bakan boy aynasına “Hıh! Yoklukta giderim var” bakışı atarak evden çıktım. Vaktinde gelenler daha çok beğeniliyormuşcasına erkenden mekandaki yerimi aldım. Sözleştiğimiz saatin üstünden bir saat kadar geçtikten sonra gülüşüyle mekanı doldura doldura içeri girdi. Vaktinde gelenin aferin alabilmesi için aferin diyecek olanın da vaktinde gelmesi gerekir gerçeğine çok takılmadım. Gelmişti. Akşam ikişerli, üçerli neşeli sohbetlerle devam ediyordu. Bense hangi mantığa göre çalıştığını bir türlü anlayamadığım banka sırasını bekler gibi sıramı bekliyordum. Diğer her şeyle ilgim “ayıp olmasın, belli olmasın” kadar. Sonunda numaram yandı. Konu’ya girecektim artık, akşam boyunca kafamda gezdirdiğim giriş cümleleri, ilginç konular listesi uçup gitti. Her şey güzel değildi. Ama kötü de değildi.
“Naber Burak, nasılsın?”
Nasıldım? Önemli bir derdinin nasıl hallolacağını bilemeyen herkes gibiydim. Heyecanlı, kaygılı. Her şey uçtu gitti aklımdan, en son ne konuşmuştuk? Gömleği renkli seçtiğim iyi olmuş, koltuk altlarım terliyor.
“Kitap nasıl gidiyor, bitiriyor musun?”
Böyle de tatlı bir insan işte hem hatırlıyor hem de beni kurtarıyor. Haybeye değil hoşuma gitmesi de. Ne bileyim kitap nasıl gidiyor? Gitmiyor, hiç gitmedi ki. İlgisini çekebilmek için açmıştım kitap mevzusunu son çare.
“Uğraşıyorum halen, bakalım. Sen nasılsın?”
İyiymiş, bildiğim gibiymiş her şey. Ne biliyorsam artık. Diye düşünürken yanındaki arkadaşı can simidi gibi daldı muhabbetin ortasına. Normalde olsa bozulacağım muhabbetin içine etti diye ama minnetle bakıyorum yüzüne.
İş yerinde sıkıntılar varmış, yeni evine yerleşmeye çalışıyormuş, bir arkadaşı bilmem ne konusunda çok ayıp etmiş, annesi bazı meseleleri çok abartıyormuş. Altı kere ayrıldığı sevgilisinden yedincide artık kesinkes ayrılıyormuş. Yetermiş artık . Kulağım her şeyi duyuyor ama düşünemiyorum. Sevgili kısmı hariç, sayılar değil de cümlenin yüklemi beni kendim getiriyor. Ya ben bu konu’ya nasıl gireceğim?
Aklına çok acayip bir şey gelmiş gibi bana döndü. Sonra arkadaşına dönüp
“Ya bişey sorucam, Burak Ersin’e çok benzemiyor mu?”
“….”
”Ya şu BKM’deki Ersin yok mu?”
Konu’ya girecektim… Konuya boydan boya girdi. Girdiği gibi de çıktı. Farkında bile değil. Ersin kusura bakma ya da ne bileyim bak istersen. Şu an her ne hissediyorsam ikimiz için de eşit derecede hissediyorum. İlk defa yüzüme karşı dümdüz çirkin deniyor. Annemin arkadaşının lafı geliyor aklıma “Erkeğin çirkini olmaz”. Bu defa gülümseyemiyorum. Oluyormuş demek ki.