Babamla böyle güzel güldüğüm bir günüm olsun isterdim. Mesela babam bana bir kuş tutmuş. Tuttuğu kuşla bana özgürlüğü ve kuşların neden tutulmaması gerektiğini anlatmış. Bunları anlatırken biri bizim fotoğrafımızı çekmiş. Öyle olsun isterdim. Madenci fotoğraflarını da hep böyle çekiyorlar; siyah beyaz. Seçilen ifade biçimi anlatılmak istenene uyuyor. Fotoğrafın içinde bir piksel öteye gitsen, yoksun. Bu katılık, çekmek isteyenin çekmek istediği, görmek isteyenin görmek istediği gibi. Kuşun yerinde olmak istemezdim. Ama işte kuşun yerindeyim. El de babamın eli. Boğazımda.
Serkan’nın en sevdiği fotoğraflardan biriymiş bu. Benden üzerine bir şeyler yazmamı istemişti, beğenirse yazı ile birlikte paylaşacaktı. Baktığımda aklıma üç farklı şey geldi anlatmak için. Üçün ilki ve en hayatıma dokunanı bu.
Şiir yazanın değil ihtiyacı olanındır demişti postacı Neruda’ya. Süreya da demişti ki şiirlerime hiç aklıma gelmeyen, istemediğim anlamlar yükleniyor, zenginleşiyorlar. Serkan bunları düşünüyor muydu acaba çekerken? Bir gülümsemeyi mi çekiyordu yoksa bir kuşun yakalanmışlığını mı. Neyi çektiğini bilmiyorum ama Serkan da fotoğraf çekenin değil bakanındır deyip bana hediye etti.
“Kuş ölür, sen uçmayı hatırla” daki kuş ecelinden mi ölüyor acaba?