Yerleşmeyi çok seven bir insan olduğum halde, hiç yerleşik bir hayat yaşamadım. Çok sevdiklerimin benden en çok şikayetçi olduğu konu bu oldu. Bir bakmışsın varmışım, bir bakmışsın yokmuşum. Düşmüşüm yollara… Önce Avrupa, sonra Ortadoğu, sonra Latin Amerika, sonra köy, sonra Avusturalya, şimdilerde herhangi bir yer. İnsanlar için var mıymışım gerçekten bilmiyorum. Birlikte yol nasıl yürünür ve coğrafya ile ne kadar ilgili, başka bir yazının konusu.
Bazı şeyleri yaşandığı gibi anlatmanın zamanı geldi sanırım. Anlatayım hem ben biraz huzur bulurum belki hem de merak edenler rahat eder. 20 yaşımdan sonra pek bir yerde duramadım. Niye duramadığımı da 35 yaşıma kadar bilmedim. Farkında bile değildim durmadığımın. Gezmeyi, değişikliği seviyorum sanıyordum. Meğer dünyaya sığamıyormuşum.
Sığamıyormuşum…
Ben sistematik şiddet mağduruyum. Neredeyse 15 yaşıma kadar hemen her gün fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kaldım. Belki bir çok insanın hayatı boyunca haberlerde bile görmediği kötülükte bir şiddet. Hem dramatize etmek istemiyorum hem de olayların bir önemi yok. O kadar çok şey var ki hangisini anlatayım. Bugüne kadar parça parça da olsa anlattığım kadarı insanların hayal gücüne bile sığmadı çoğunlukla.
İnsan her şeye alışıyor. Bana gördüğüm şiddet, şiddet gibi gelmedi bir noktadan sonra. Bir kamyon dayak yiyeceğimi bildiğim halde mahalle maçına giderdim. Akşam da dayağımı yerdim. Çocukluğum, gençliğim başıma gelenleri anlatmaya çalışmakla geçti. Ve hiç kimse dinlemedi. Kimi din adına, kimi aile adına, kimi sülale adına… Anlatmaya çalıştıkça daha da kötü şeyler geldi başıma. ‘Bazı şeyleri’ sesli söylediğim için ayıpladılar, deli ilan ettiler, evlerinden kovdular. İnsanlar benim çok başarılı olduğumu düşünüyorlar. Hiç kimsenin desteklemeyeceğini, hatta engel olmak için elinden geleni yapacağını bildiğim halde fen lisesini kazandım. Bana çok şey söylendi ama hiç ders çalış denmedi. Şöyle yap, biz de şöyle destek olalım hayatın daha iyi olur denmedi. Şiddetten kaçmak için kazandığım fen lisesine kaydımın yapılmaması için el birliğiyle herkes uğraştı. Fen lisesini ve bilgisayar mühendisliğini şiddetten ve o şiddeti yaratan, meşrulaştıran, normalleştiren ortamdan kaçabilmek için kazandım, ‘başarılı’ bir öğrenci oldum. Ve bir daha öyle yaşamamak için ‘başarılı’ bir mühendis oldum.
Bugün dönüp yaşadığım hayata bakınca iyi ki delirmemişim, psikopat olmamışım, kendime zarar vermemişim diyebiliyorum. Ama işte hepsi biraz o kadar. İnsan nereye giderse gitsin derdini yanında götürüyor. Gittiği yer ister bir ülke olsun, ister bir insan. Çok insanın gönlünü kırdım hayatım boyunca. Kiminin farkında değildim, kiminin farkındaydım. Var olmuş olma sorumluluğumu üstümden atmıyorum. Kötü bir hayatım oldu benim, o kötülükten hiç haberiniz olmadığı halde payınıza düşenler için çok üzgünüm. Hem benim başıma gelenler hem de benim yüzümden sizin başınıza gelenler için. Gerçekten çok üzgünüm*.
Anlatacak çok şey var. Öfkelenecek çok şey var. Ben kendi muhasebemi yaptım başıma gelenlerle. Kimseyi affetmedim ama kimseye kızgın da değilim artık. 5 yıldan fazla süren terapiden sonra, biraz da olsa normal bir insan gibi hissedebiliyorum. 15 yıl boyunca niye insanların hayaline bile sığamayacak kadar dayak yedim, psikolojik şiddet gördüm? Ve bu neredeyse her gün böyle oldu, nasıl olabildi? Her şey nasıl unutuldu, normalleşti yıllar içinde? Hiç hatırlanmış mıydı ki? Geriye kalan herkesin tanıklığı, muhasebesi, düzgünlüğü, inancı, ailesi, allahı kendine. Öyle olmamak, öyle yaşamamak için elimden geleni yaptım bugüne kadar, hayatımın geri kalanında da öyle yapmaya çalışacağım. Var olmaktan, insan olmaktan benim payıma düşenler bunlarmış.
* Onca zaman geçtikten sonra hiç kimseninin hayatına paldır küldür dalıp özür dilemeyi doğru bulmuyorum. Yazıp özel hayatlarını afişe etmek de istemiyorum. Gönlünü kırdıklarımdansanız ve hiç özür dilemediğim için bana kızgınsanız, kırgınsanız söyleyeyin, seve seve açıkça özür dilerim.