Bu sabah yine gömleğin yarısı kırılmış son düğmesi ile bir süre bakıştık. Neyse sonra hallederimlerime bir tane daha ekleyip ilikledim. Hep düzgünmüş gibi yapma alışkanlığından mı yoksa yarım da olsa düğme düğmedir diye mi düşünüyorum. Yerinde durmayacağını bildiğim halde iliklemeye devam ediyorum. Son düğme değil de ilk düğme olsaydı öyle mi yapardım acaba. Gömleği hiç mi giymezdim yoksa. Bez çantamın da sapı eskiyip koptu onu da dikmedim. Hırkamda ufak bir yama yeri var onu da yamamadım. Deri ceketin astarı aylar önce sökülmeye başladı, dikmedikçe sökük büyüyor. Üçüncü bir iç cep muamelesi yapabilecek kadar büyüdü.
Yarım bir düğme ne düşünüyordur acaba. Yarım da olsam iş görüyorum mu diyordur yoksa daha başıma ne gelmesini bekliyorsun kurtar beni bu yarım yamalaklıktan kardeşim mi. Benim diğer düğmelerden ne farkım var, son düğme olmasaydım böyle geçiştiremezdin, görmezden gelemezdin beni diye başlayıp saydırıyor mudur. Güzel zamanlar geçti bu gömlekle, bu hayatla ama vakti de geldi mi diyordur. Hadi ben düğmeyim benim halim neyse ne ama yakışıyor mu sana üç aydır böyle insan içine çıkıyorsun mu diyordur aynada benimle birlikte kendine bakarken. Boşver her şeye de takılmamak lazım iyiyiz böyle mi. Edip Cansever’in “İyimser bir duvarcıyım her gün bir tuğla düşürürüm elimden”* dizelerini anımsamama; özensizliğimizi şiirle dramatize etmezsek olmaz zaten mi diyordur. Senin ben yapacağın işi sikeyim, ya sik ya sırtımdan in mi diyordur. Düğmenin konuştuğuna şaşırmadınız ama küfretmesine mi şaşırdınız yoksa.
“Her şeyin hikayesini yazabiliyorsun”. Farklı farklı zamanlarda aynı cümle ile övülmüş ve eleştirilmiş olmak değişik bir his. İşin garibi ikisinin de doğru olması. Herhangi bir şeyi anlatınca; insan içini mi anlatmış oluyor, işine geldiği gibi uydurmuş mu. Düğmeler düşünmüyorlardır(size de merhaba sevgili terapistim) ama yani diyelim ki düşünüyorlar. Bir yarım düğmeden…
* Edip Cansever, Sonrası Kalır